Çevreyi Koruma Güçleri

Türkiye'de ilk nükleer karşıtı hareketler 1978'de yine Ecevit'in başbakanlığı döneminde ortaya çıktı. Akkuyu ile başlayan duyarlılık, Fırtına'dan yer istasyonlarına dek önemli zaferler kazandı.

ARİF KÜNAR

Umutlu olmak iyimser olmak demek değil, sonucun ne olacağını düşünmeden bir şeyin anlamına güvenmektir. (Havel) Tarkovski'nin 'Kurban' filminin son sahnesinde oğul bir gün önce dikilmiş ve etrafı taşlarla çevrili kupkuru ağacın kökünü sular. Çünkü baba her gün sabırla ağacı sulamasını öğütlemiştir; ne olursa olsun inanılan bir şeyi, yapılabileceğinin en iyisi olarak yapmaya çalışmayı. Bu 'umutlu' olmaktır. Yaptığınız işin anlamına inanmak ve güvenmektir.

Birlikte bir mucizeyi daha gerçekleştirdik. Sabırla, yılmadan 'umutla' suladığımız kuru ağaçlar yeşerdi ve nihayet tuttu. Sonsuz sevinçliyiz ve heyecanlıyız. Dile kolay, neredeyse 35 senedir süren nükleer hikâye de mutlu sonla bitti. Gökten binlerce elma düştü; bu hikâyenin mutlu sonuna katkıda bulunan ve bizatihi bu hikâyenin içinde elinden geldiğince emeğiyle, yüreğiyle, gönlüyle yer alan bütün güzel insanların başına...

Yaşlı dünyamız, kabul edilmiş/ettirilmiş bugünkü hayat tarzının dayattıklarıyla, sunduklarıyla yetinen değil, sadece inandıkları-güvendikleri taleplerle var olan ve bu inançlarını umutla, inatla sürdüren insanlar sayesinde hâlâ ayaktadır ve ancak böyle ayakta kalabilecektir. Bu güzel insanlar ülkemizde maalesef çok azdır. Karşı durdukları şeyler ise çok güçlü uluslararası tekeller ve devlerdir. Bu nedenle afişinde 'Don Kişot'u kendilerine simge seçtiler. Gerçek 'Don Kişot'lar' ömürleri boyunca hep bu devlerle 'savaş' vermeye yazgılıdır. Bu görev onların sırtındadır, öncü olarak yola düşer ve çoğu kez zor da olsa dünyayı dönüştürmeyi-değiştirmeyi başarırlar.

1990'lı yıllarda yaşanan Aliağa Termik Santralı mücadelesini ve Bergama destanını kamuoyu yakından izledi. Bu iki önemli başarının sonuçları ve deneyimleri üzerine oturtulan ve "Haydi! şimdi sıra Akkuyu'da" diye Don Kişotlar'ca ısrarla sürdürülen mücadele sonunda kazanıldı. Anti nükleer mücadele tarihimiz; 1978'lerde kaderin cilveli bir tezahürü ve tarihin garip bir tekerrürü olarak yine Başbakan Ecevit döneminde gündeme gelen Akkuyu Nükleer Santral Projesine karşı ilk yerel hareketi oluşturan ve önderlik yapan Aslan Eyice ve bu konuyu kamuoyuna taşıyan rahmetli gazeteci Örsan Öymen'le başlatıldı. Eylül 1992'de çıkmaya başlayan Ağaçkakan dergisiyle canlandırılarak, Türkiye antinükleer mücadele tarihinin miladı sayılan Ankara'daki 16-17 Ekim 1993 tarihli Nükleer Karşıtı Kongre ile yeniden ivme kazandı. Son yedi yıl boyunca sürdürülen nükleer karşıtı mücadelenin kamuoyundaki etkisi ve oluşturulan 'Nükleer Santrallara Karşı Güçbirliği'nin büyük katkısıyla da, yine Ecevit'in başbakanlığı esnasında Temmuz 2000'de Akkuyu Projesi nihayete erdirildi.
Daha önce Aliağa ve Bergama mücadelelerini başlatan insanların da içinde yer aldığı 'Nükleer Karşıtı Platform' ve bu platformun, Türkiye'deki toplumsal dinamiklerin tümünün katılımıyla oluşturduğu 'Nükleer Santrallara Karşı Güçbirliği' çok geniş ve farklı gruplardan, binlerce 'birey'den müteşekkildir. Genel olarak organik, esnek, informal örgütlenme tarzını benimsemiş, esas olarak renkli ve şık eylemlerle genişleyip, büyüyen ve 'projenin ömrü' bazında var olan, 'proje' iptal edilince de yok olacak dinamik bir süreçtir. Ortak paydadaki 'nükleer enerji santrallarına' karşı olma dışında, hiçbir zaman bir araya gelmeyecek farklı temsiliyet, aidiyat ve ideolojik görüşlerdeki; mesleki, sendikal, siyasal, çevreci, STK, akademik kuruluşlar, köylüler ve 'bireyler' mozaiği belki de ülkemizde ilk kez bu çapta sergilenmiştir. Sağcı, solcu, Müslüman, ateist, Atatürkçü, işadamı, işçi, turizmci, ziraatçı, nükleer akademisyen, mühendis, doktor, sanatçı, öğrenci, köylü, kentli, 7'den 70'e kadın, genç herkes bu platformda yer almıştır.

2000'li yılları geride bırakırken, kendiliğinden sivilleşme, tebalıktan çıkıp yurttaşlık bilincinin ve inisiyatifinin oluşumu, toplumsal bir güç olmayı öğrenme, bizatihi kendine 'inanma' ve 'güvenme' özelliklerini kazanma anlamında Türkiye kabuğunu ve tabularını bir bir yıkmaya, makûs talihini kırmaya başlamıştır. Deprem felaketi esnasında da, sivil toplum kuruluşlarının ve yurttaş dayanışmasının gücünü hep birlikte yaşamıştık. Ama ilk kez uluslararası büyüklükte kazanılmış bu üç zaferin önemi ve kıssadan hissesi şudur: Sivil itaatsizlik ve barışçıl direniş hakkını kullanabilen, sivil toplumsal mücadelenin içinde yer almayı öğrenen yurttaşlarımızın, doğrudan veya dolaylı kendilerini olumsuz etkileyecek hiçbir yatırım, özellikle yöre halkının istemediği hiçbir şey, uluslararası devlere ve bunların işbirlikçisi iç/dış lobilere rağmen bu ülkede artık YAPILAMAZ/YAPILAMAYACAKTIR... Giderek ülkemizde bu 'başarılmış' örneklerin çoğalacağı anlaşılmaktadır. Örneğin: 'GSM baz istasyon antenleri', '3. Boğaz Köprüsü', 'İzmir Kordon Yolu', 'Fırtına Deresi' gibi meselelerde de ciddi zaferler elde edildi. Bundan böyle Türkiye, gelişmiş-sanayileşmiş-sömürgeci 'akıllı' ülkelerin 'arka bahçesi', 'çöplüğü' ve 'geri zekâlısı' olmayacaktır. Bu 'zaferler' sayesinde; güzel ülkemiz, insanlarımız ve çocuklarımız gerçekten sağlıklı, temiz bir çevrede yaşama hakkını elde etmiş olacaktır. Ayrıca gelişmiş ülkelerin kendi insanlarına reva görmedikleri ve artık terk ettikleri eski, pahalı, tehlikeli teknolojilerini, sistemlerin ülkemize sokmayarak kıt kaynaklarımızın da uluslararası tekellere ve yerli işbirlikçilerine peşkeş çekilmesi engellenmiş olacaktır. Avrupa Birliği sürecinde Türkiye, hep 20-30 sene geriden gelen teknolojik tercihlerle, yanlış sanayileşme/enerji politikalarıyla oluşturulmuş bu bataklıktan artık çıkıp; yeni, yenilenebilir, alternatif, çevreyle/doğayla barışık, insanlarla uyumlu teknolojileri-sistemleri kabul etmek durumundadır.

Bugüne kadar kapalı kapılar ardında yalnızca politikacıların ve lobilerin siyasi tercihlerine ve çıkarlarına göre alınmış kararlar değil yerkürenin, ülkenin, doğanın, çevrenin, yörede yaşayanların ve gelecek nesillerin yararına bizatihi yurttaşların verdiği kararlar hayata geçirilebilecektir ancak...

Arif Künar: Elektrik Mühendisi

6 Ağustos 2000 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanan yazı