NÜKLEER SANTRALLAR, GREENPEACE VE BİLİMİNSANI ETİĞİ...- Kasım 1999

Her kim atom enerjisinin gelişmesi, liberal güvenlik talimatnamesi, ( doğa üzerine sağlanan ) galibiyetin
iyimser sonuçları ve tehlikelerin fazla dikkat çekmemesi
doğrultusunda konuşursa, politik ve parasal destek görür.


Nobel Bilim Ödülü Sahibi Prof. Dr. George Walt


Arif Künar
Elektrik Mühendisi
Elektrik Mühendisleri Odası Nükleer Enerji Komisyonu Üyesi



H.Ü. Nükleer Enerji Mühendisliği Bölümü’nden Prof Dr. Osman Kemal Kadiroğlu, tamamen taraflı, hiç de masumane olmayan, ‘akademik’ kaygılar taşımayan, yalnızca kişisel bir çıkar, ihtiras ve hırsla, her ne pahasına olursa olsun, bu ülkeye bir nükleer santral kurulması için, nükleer santrala karşı şıkan kişilere karşı; kamuoyunu yanıltmak, yanlış yönlendirmek ve doğrudan ‘çamur atmak’ çabasına, Dünya Gazetesi’nin 22 Ekim 1999 günkü sayısında yeni bir sayfa daha ekledi.

Yeşil Barış! başlıklı yazısında, güzel Ülkemizde nükleer santral kurulmasına karşı çıkan ve barışcıl-şiddete dayalı olmayan renkli eylemleri nedeniyle, bir kısmı yabancı uyruklu olan ‘Greenpeace’ eylemcileri ve gönüllülerine karşı, akademik kimliği olan bir kişinin uslübuna asla yakışmayacak denli, çirkin ithamlarda bulunup, hatta devlete tutuklanmaları için ‘ ihbar’da bulunup, kolluk kuvvetlerimize bundan böyle kötü davranmaları için ‘akıl’ vermekte. Örneğin; ‘ Bu çevreci olduğunu söyleyen ama, aslında teknoloji düşmanı olan örgüt yandaşları Ankara’da yaptığı eylem sonucunda serbest bırakılmışlardı.’, ’Neden bizler yabancılara bu denli anlamsız hoşgörü gösteriyoruz anlayamıyorum’, ‘Militan yabancı teknoloji düşmanlarına polisimiz ve yargımız bizlere davrandığı gibi davranmalıdır.‘ gibi ifadeler kullanmıştır. Yazısında sanki bombalı veya silahlı bir eylem yapılmışcasına sürekli; ‘örgüt ‘, ‘militan’, ’eylem’, ‘nazikçe minübüse götürüldüler’, ’tutuklanmadılar’ gibi ifadeler kullanıyor. Oysa ülkemizdeki Türk öğrencilerin çeşitli eylemler sırasında kötü muamele gördüğünü, bu nedenle aynı muamelenin Greenpeace’li yabancılara da yapılmasını öneriyor sayın Profesörümüz. Nedense, Türkiye’de yaşayan insanlar olarak, bu muameleyi hakettiğimizi, böylesinin tek doğru olduğunu düşünerek, yabancı uyruklu kişilere ‘insanca’ muamele edilmesine karşı çıkıyor. ‘68’li’ olduğunu söyleyen bir akademisyenin, ‘ yalnızca kendine demokrat’ ve ülkemizde insan hakları, yurttaşlık bilinci, sivil toplumsal hareketler, gönüllü dernekler, uluslararası dayanışma konularında nasıl bir ‘faşizan’ yaklaşım içerisinde olduğunu hayretle ve ibretle öğrenmiş oluyoruz.

Bu ‘kerameti kendinden menkul’ çok bilen Profesörümüz, aynı yazısında şöyle buyuruyor; ‘ Teknolojiden anlamayan ve ürken bir grubun korkutmaları nedeniyle ülkemizin geleceği tehlikeye atılamaz. Nükleer teknolojinin ülkemize girmesine Türkiye’de yaşayanlar karar vermelidir’. Bu ‘güzel’ve ‘özlü’ sözlerin sahibi, 1993 yılında Ankara’da yapılan ‘Nükleer Teknoloji Kongresi’ için Kanadalı, ABD’li, Fransalı, Almanyalı, Japonyalı, G.Koreli nükleer santral pazarlayan kişilerin ülkemize gelmesine yardımcı olmuş, aynı şekilde 1997 yılında TEAŞ’la birlikte ‘Halkı Bilgilendirme?’ toplantısı için Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın uzmanlarını Mersin ve Ankara’da gezdirmiştir. Peki bu sözleri söyleyen kişi; niye bize bu santralları pazarlayan ve dünyadaki gerçekleri saklayan yabancı uyruklu nükleerci uzmanları Ülkemize sık sık getirmeye çalışıyor?. Nükleer santralların ülkemize girmesini asıl bu yabancılar istiyor. Ülkemizde hiç bir sağduyulu kuruluş, teknokrat, bürokrat, akademisyen, uzman ve halk aslında nükleer santral istemiyor. Yalnızca, nükleer santraldan maddi çıkar sağlamayı düşünen ‘malum’ lobiler, firmalar ve kişiler nükleer santral istiyor ülkemizde.

Ayrıca, her ne pahasına olursa olsun, meslek örgütlerinin, tarafsız biliminsanlarının, bağımsız kuruluşların, çevreci kuruluşların ve uluslar arası gönüllü kuruluşların uyarılarını dikkate almayan ve yaptıkları yanlış, kötü, eski, riskli, tehlikeli yatırımlarla; ülkeyi hep ‘tehlikeli’ maceralara sürükleyenler, yine hırslı, çıkarcı, kendisinden başka ‘doğru’ kabul etmeyen sözde ‘biliminsanları’ olmuştur maalesef.

Nükleer santral pazarlanacağı zaman, ülkemize gelen yabancı uyruklulara sesi çıkmayan, ama tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de; hem nükleer santrallara hem de petrol, kömür lobilerine karşı amansız bir mücadele sergileyen Greenpeace’in yabancı uyruklu üyelerine karşı bu tavrı sergileyen Prof Dr.Osman Kemal Kadiroğlu,
Maalesef ülkemizin ikinci Osman Durmuş’u olmuştur. Hatırlanacağı üzere, 17 Ağustos depremi sonrasında, Türkiye’ye yabancı doktor ve yardım istemeyen Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un, tavrına benzer bir yaklaşıma sahiptir Prof. Dr. Kadiroğlu’da. Bakan Osman Durmuş, felaket sonrası yardıma gelenleri istememişti, Prof.Dr. Osman Kadiroğlu da felaketi önceden haber veren ve bu felaketi engellemeye çalışan gönüllülere karşı çıkmakta. Bu gönüllü uluslar arası çabalar ve uğraşlar konusunda, İki Osman’ın da yaklaşımı aynı.

Greenpeace ve nükleer santrallara karşı çıkan bir avuç gönüllü güzel insana, çevrecilere karşı bu ‘niyetleri’ taşıyan Prof. Dr. Osman Kemal Kadiroğlu, bu tavrını sadece çevrecilere değil, kendisi dışındaki herkese, her kesime fırsat buldukça göstermektedir.

Örneğin, Prof. Dr. Osman Kemal Kadiroğlu’nun ; ‘Nükleer santral ihalesi bu kadro ile olmaz!’, ‘ Yıllar boyu yapılan siyasi atamalar sonucunda TAEK artık İşlemez ve ülkeye yarar sağlayamaz bir duruma gelmek üzeredir.’, ‘TEAŞ’da nükleer konularla ilgilenmekle görevli grup mesleki ve nükleer konulardaki bilgileri göz önüne alındığında fevkalade yetersiz oldukları görülür. Bu kadro ile nükleer santral ihalesi yapılması zor ve tehlikelidir.’ gibi çok ağır iddiaları da var. (Elektrik&Elektronik Dergisi Mart 1999 sayısı.)

Bu konudaki görüşlerini sorduğumuz TEAŞ Nükleer Santral Dairesi yetkilileri ve mühendisleri; aslında bu iddiaları ileri süren Prof.Dr. Osman Kemal Kadiroğlu’nun adeta ihaleye katılan bir nükleer santral firmasının pazarlamacısı gibi davrandığını, TEAŞ’a danışman olabilmek için çok uğraştığını, fakat TEAŞ yetkililerinin Prof. Dr. Osman Kadiroğlu’nu yetkin görmediklerini ve hiçbir nükleer santral tecrübesi olmadığı için faydalı olamayacağı düşündüklerini, bu nedenle Danışmanlık teklifini kabul etmediklerini söylediler.

Akademisyen kimliği altında, ihaleye giren ve geçmişi pek parlak olmayan bir nükleer santral firmasının savunuculuğundan öteye geçen bu yaklaşımları, birçok öğrencisi ve ilgili kamu kurumu yetkilileri tarafından, rahatsızlık duyularak izlenmektedir. Bilim adamı etiği, sorumluluğu, şüpheciliği, araştırmacılığı ve tarafsızlığı ilkelerine hiç uymayan bir ‘nükleerci akademisyenin’, söyledikleri, empoze etmeye çalıştığı görüşler artık, bundan böyle ‘bilimsel’ ve ‘ciddi’ olarak kabul edilemez.

‘Nükleer karşıtı’ argümanları savunan, hatta içlerinden bazıları da nükleer fizikçi ve nükleer mühendis olan ( Prof. Dr. Tolga Yarman, Prof. Dr. Gediz Akdeniz, Prof Dr. Hayrettin Kılıç, Prof. Dr. İnci Gökmen, Prof Dr. Ali Gökmen, Prof Dr. Çetin Göksu, Prof. Dr. Engin Türe, Prof Dr. Eralp Özdil, Prof Dr. İlhan Talınlı, Prof. Dr. Ülkü Azrak, Prof Dr. Cevat Geray, Prof Dr. Yakup Kepenek, Doç.Dr. Baki Akkuş, Doç.Dr. Tanay Sıtkı Uyar, Doç.Dr. Metin Erten vb. gibi ) akademisyenlerin, nükleer santrallar konusunda ilgisi ve bilgisi olmadıklarını söyleyerek, sürekli ‘alaycı’ ve hatta yer yer ‘aşağılayıcı’ bir üslüpla eleştiren bir ‘nükleerci akademisyenin’; giderek kendisinin tercih ettiği firma dışında seçim yapan, bütün diğer nükleer enerji taraftarı olan akademisyenleri, nükleer mühendisleri ve ilgili kurumları da hedef alan yaklaşımı, oldukça düşündürücüdür ve ayrıca birçok soru işareti uyandırmaktadır.

Aynı şekilde Enerji Bakanı Cumhur Ersümer’ de, nükleer santrala karşı eylemler yapan Greenpeace’in petrol ve gaz lobilerinin ‘adamı’ olduklarını televizyonlarda söyledi. Eğer gerçekten medyayı dikkatle izliyorsak ve bir sağduyuya, vicdana sahipsek; Greenpeace’in, Shell Petrol Şirketinin Kuzey denizine gömmeyi planladığı bir petrol platformunu nasıl engellediğini, Shell’in Diyarbakır’daki tesislerinin içme suyuna sızıntı yaptığını kanıtlayıp, bu tesisini kapattırdığını ve BP Amoco ile Alaska kıyılarında petrol aranması konusunda mahkemelik oluşunu biliyor ve taktirle karşılıyor olmamız gerekir. Oysa bu iddiayı kamuoyuna söyleyen bir Bakanın, hem petrol - gaz lobileriyle, hem de nükleer lobilerle gece gündüz sürekli görüştüğünü herkes biliyor ve izliyor.

Son söz olarak, gazeteci Gina Benmayor’un Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinde yayınladığı yazıdan bir alıntıyı sunalım ve yorumu saygın Dünya Gazetesi’nin değerli okuyucularına bırakalım; ‘ Dünyanın geleceği için birşeyler yapamıyorsak, hiç olmazsa bu işe gönül verenlere gölge etmeyelim’( Greenpeace Niye Köprüde, 24 Ekim 1999 Hürriyet Gazetesi).


Bu yazı Ağaçkakan Ekolojist Dergi Kasım 1999 Sayısında yayınlanmıştır.